Korku türüne bayılan birisi olarak, geçmiş nesilde birçok efsanevi, klasikleşmiş ve bilinmeyen neredeyse bütün korku oyunları ile haşır neşir oldum. Kimileriyle iyi, kimileriyle kötü anılarım oldu (ki, pek de iyi olduğu söylenemez). Yeni nesil, korku oyunları bakımından özellikle indie yapımlarıyla birlikte yoğun bir dönemden geçiyor. Lakin, AAA yapımı yüksek bütçeli oyunlar ”korku” türü diye ortaya çıkıp; yerini saf aksiyona geçiş yaptığında, bizim gibi korku türüne aşık olan oyuncuları resmen ortada öylece bırakmaları gerçekten üzücü. Efsanevi Resident Evil ve Silent Hill serilerinin son oyunlarının geldiği noktayı rahatlıkla örneklendirebiliriz. Fakat 2010 yılında Amnesia The Dark Descent ile öyle bir dalga başladı ki, bütün küçük bütçeli firmalar, ilham alıp, indie oyunlarıyla birlikte birden kendini gösterip; bizlere gerçek bir korku oyununun nasıl olması gerektiğini tekrardan hatırlattı ki, bu dönemden sonra iyi kötü bir sürü indie korku oyunu piyasaya çıktı.
Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkmasıyla birlikte Outlast, birçok oyuncunun korkulu rüyası olmayı başarmıştı. Tabii, bazı oyuncular tarafından bir süre oyun monotonlaşıp, sıkıcı bir hal aldığını belirtenlerde oldu. Fakat genel olarak yeryer başarılı korku unsurları ve ses efektleri ile birlikte diğer korku oyunlarının aralarından sıyrılıp, gerçekten iyi bir iş çıkarmıştı. Cadılar bayramında oyunun DLC’si Outlast: Whistleblower‘ın duyurusundan sonra birçok kişi tarafından merakla bekleniyordu ve nihayet Outlast: Whistleblower satışa sunuldu. Bakalım Whistleblower, ana oyunun üstüne birşeyler katmayı başarabilmiş mi?